Upgrade to Pro — share decks privately, control downloads, hide ads and more …

Mavi Dalga Aralık 2020

Avatar for ebalcx ebalcx
December 21, 2020

Mavi Dalga Aralık 2020

Mavi Dalga dergisi tarafından Aralık 2020 tarihinde çıkartılmış olan sayıdır. İçerisinde Kültür-Sanat-Yaşam ve Bilim olmak üzere iki ana konu ve Kapıyı Aç ile Sağlık İnovasyonları dosya konularını barındırır. Tıp öğrencileri tarafından yazılmış, çizilmiş ve çıkartılmıştır.

Avatar for ebalcx

ebalcx

December 21, 2020
Tweet

More Decks by ebalcx

Other Decks in Education

Transcript

  1. KOMŞU Selin Tıraş Geceleri apartmanım göl manzaralı. Etrafı palmiye ağaçlarıyla

    çevrili, büyüklü küçüklü iki göle ba- kıyor. Küçük olan gündüzleri ölümsüzlük ve çocuk çişi kokar (ki ikisi benzer kokulara sahiptir). Bü- yük olansa parasızlık ve yalnızlık (iki koku birbirinden oldukça farklıdır). Bense geceleri karşı apartmanın altıncı katına bakarım. Karanlık dairesinde parmak uçlarında dolanır komşum. Tüm gece, gündüz kaybettiklerini arar. Komşumun karanlık koridorlarda duvarları yalayarak ışığı arayan sağ eli, damarlı ve titrektir. Bej rengi tişörtünde dün gece canı çektiği için bir sokak köpeği gibi koklayarak bulduğu mutfakta, yıkamadan ve doğramadan yediği şeftaliden akan iki damla şekerli su var. Oysa dün akşamdan söylemişti kendisine, aptal, şu tuş neredeyse gündüzden belleyecekti yerini. Aptal herif, dedi kendi kendine. Sesini yuttu karanlık. Bir daha sesli bir şey söylemeye korktu. Millet ne düşünür hakkımda, geldim geleli aylar oldu, bir kez olsun gece bulup açamadım şu ışığı. Komşum kötü bir adam değildi, karşı apartmandaki bir komşusunun kendisi için endişelen- mesini istemeyecek kadar da yüce gönüllüydü. Ama yine hiçbir yerde yoktu işte tuş. Komşumun karanlık koridorlarda duvarları yalayarak ışığı arayan diğer eli bir katildi. Dün gece fark etmeden itmişti ev arkadaşını pencereden. Neyse ki ev arkadaşı biliyordu yüzmeyi, gölleri görünce dayanamadı daldı bir tanesinin içine. Büyük olan parasızlık ve yalnızlık ve ölüm koktu sonra (ki bu üç koku birbirine çok yakışır). Komşum sabah uyandığında göremedi ev arkadaşını hiçbir yerde, işim var, akşam ararım dedi kendi kendine. Komşum kaybolan şeyleri aramakta pek iyi de- ğildi. mavi dalga kültür 9
  2. Komşumun parmağındaki altın kelepçe, duvarların pürüzlü derisini okşarken arada bir

    şehvetle bağırıyordu. Kaç zaman olmuştu, bir kadının teninde gezinmeyeli elleri. Sanki bir cesedin üzerinde geziyordu bu el, içi üşüdü komşumun. El yordamıyla bir hırka aradı, bulamadı. Sonra karanlıktan bir el (damarlı ve titrek) uzattı tüylenmiş hırkayı. Komşumun iki eli birbirine dolandı, çenesi uzun zamandır görüşmeyen iki sevgili gibi kenetlendi. Karanlıkta iyi göremezdi komşum. Gözleriyse karaydı, geceleri buradan bakınca hiç görünmezdi. Kör müydü? Ancak çok iyi koklardı. Sokak köpekleri gibi kokladı uzanan eli. Ne kokardı bir annenin eli? İçine çekti kokuyu bir kere daha, yüz yıllık bir yorgunluk yerleşti omuzlarına. Yüz yıllık bir ağrıyla sızladı bacakları, yüz yıllık bir öfkeyi gizledi dipsiz gölge. Neydi bir anayı hep hırkayı uzatmaya iten? Sonra bir adam göründü koridorun başında, elinde bir el feneri, yolda duran kirli çamaşırların üze- rinden dikkatlice attı sağ adımını. Adamın sağ adımı giden bir adımdı. Sonra öksürdü adam. Ada- mın öksürüğü küfür gibi geldi kulağına. Komşumun iki eli birbirine dolandı, çenesi yıllardır görüş- meyen iki sevgili gibi kenetlendi birbirine. Komşum çok yalnız bir adamdı. Yalnız olduğunu söylemek için bile birine ihtiyaç duyuyordu insan, komşum yalnız olduğunu daha önce hiç kimseye söyleyemeyecek kadar yalnızdı. mavi dalga kültür 10
  3. Sonra el fenerli adam sol adımını attı, sağ adımındaki öze-

    ni bu adımında göstermemişti. Adamın sol adımı kaçan bir adımdı. Sonra bir sürü adım attı adam, ne uzundu koridor. Bitmedi. Adam gelemedikçe içi acıdı komşumun. Nasıl bir yoldu bu durmadan uzayan... Ben ne aptal adamım, dedi komşum içinden. Oysa komşumda değildi suç. Benim komşum affedici bir adamdı. Adamın adımlarıydı yanlış olan, gitmek için atılan bir adım nereye kadar taşırdı insanı? Sonra bir kadının silüeti belirdi koridorda, adımlarının sesi yankıya dönen adamın fenerinin ışığıyla, bir yele gibi görün- dü kabarık kıvırcık saçları. Kadın hareketsiz duruyordu yerin- de. Su damlaları bozdu sessizliği, ıslak mıydı kadın? Kızcağı- za uzatsana şu hırkayı, dedi anasına komşum. Centilmen bir adamdı. Anası küsecek oldu, titrek elleri daha bir titredi. Ka- ranlık soğuk olur, al kızım dedi anası uzun koridora. At yeleli kız uzandı aldı hırkayı. Hırka nasıl kokuyordu, kirli miydi, temiz miydi diye düşündü komşum. Sahi en son ne zaman giymiş- ti şu hırkayı? Babaannesi geldi aklına, üç oda evin upuzun koridorunda bir aşağı bir yukarı yürüyordu şimdi. Kaç yaşın- daydı? Belki altı, belki yedi, belki on yedi. Henüz yaşamadığı, miras kalan bir mutsuzluk vardı omuzlarında. Ana babasının bağırışları geliyordu mutfaktan. Babasının elinde bir el fe- neri, yetmiyor ışık, göremiyorum işte kadın diye bağırıyordu. Anasının elleri titrekti, lambadaki ışık gibi gözleri puslu... Hu- zursuzluk soğuk olur, al giy çocuğum demişti babaannesi. Yok böyle olmaz, saçmaladın yine, dışarısı soğuk olur demişti belki de. Geçmiş gün anımsayamadı. mavi dalga kültür Ev diye upuzun bir kori- dor almışım kendi- me, kendimi toparla- yıp bir adım atamadım şu adama doğru. Resim: “Can We Be Friends”, Qianqian Ye Görsel Referansı: Argo J. Art for Awkward and Lonely People: An Interview with Qianqian Ye. 2018 [cited 2020 Nov 14]. https:/ /forthmagazine.com/ visual-art/2018/03/art-for-awkward-lonely-people-an-interview-with-qi- anqian-ye/ 11
  4. Sonra ne olduysa komşum ölecek oldu bir anda, yüz yıllık

    bir mutsuzluk bir damla gözyaşı olup ıslattı yanağını. Keşke vermeseydim şu hırkayı, dedi içinden komşum. Daha geçmemişti kendi üşü- mesi, kaç yıldır üşüyordu, bilemedi. Sonra at yeleli kızla buluştu gözleri, anasının bakışlarını görür gibi oldu. Miras kalan bir mutsuzluk vardı kızla aralarında, yıllar önce bir başka adamın yanağını ıslatmış bir damla yaş daha düştü sağ gözünden. Sonra sonsuz koridorun ucunda fenerli adamı aradı gözleri, fenerin ışığını solmuş görünce, tutmaz oldu ayakları. Komşum dayanamadı, çöktü dizlerinin üzerine. Kaç zamandır koşuyordu hayaletlerin peşinden? Bir adım olsun ilerleyememişti de üstelik. Eğer karanlıkta, her iki noktanın arasına bir sonsuzluk sığmasaydı, koşardım komşumun yanına. Komşum dayanamadı, uzandı yere boylu boyunca. Eğer karanlığın içinde saklı olmasaydı her koku, komşum evinde yalnız başına olduğunu anlardı. Yüzler ve kokular karıştı birbirine. Biraz ışık olsaydı dedi içinden komşum, biraz ışık olsaydı böyle olmazdı belki de. mavi dalga kültür Biraz ışık olsaydı dedi içinden komşum, biraz ışık olsaydı böyle olmazdı belki de. 12
  5. mavi dalga kültür 35 Kapılar bence hayatımızda olan şeylerden çok

    diğer Kapılar bence hayatımızda olan şeylerden çok diğer ihtimaller bütününü temsil ediyor. ihtimaller bütününü temsil ediyor. Kapılar günlük hayatımızda genelde kapalı dururlar ve çoğunun çeşit çeşit kilidi vardır. En zenginimizin cebinde olsa olsa üç beş tane anahtar vardır, yani açabileceğimiz kapılar oldukça sınırlıdır ki açabildik- lerimiz arkasını bildiklerimizdir. Oysa ya bilmedikleri- miz… Seçimler yaptığımızı sanırız, ama o seçimler yine se- çilmiş olandan tercih etmektir. Aynalar da ben- ce başka ihtimallerdeki bizlere açılan kapılardır ve bu sebeple çok ilgi çekicilerdir. Ben de kapı- yı başka ihtimallere açılan bir ihtimal olarak dü- şündüm. O ihtimalleri ben kafamda yaratmış olsam ve büyük ihtimalle gerçek olamayacak olsalar bile… “Kapıyı aç” cümlesi aklıma Eyes Wide Shut fil- minden başka bir film getiremezdi herhalde. Stan- ley Kubrick'in son filmi olarak da bilinen film, Arthur Schnitzler'in aynı adlı eserinden yola çıkarak çekili- yor. Film içinde boğulabileceğimiz kadar detaya sa- hip olduğu için ben sadece “kapı” kavramını ilgilen- direbilecek kısımlarını ele alacağım. Filmde yer alan başka ihtimallere açılma durumundan bahsetme- den önce filmi kısaca bir özetleyeyim. Aynaların, gökkuşağının ve kapıların daha usta- EYES WIDE SHUT ca kullanıldığı başka bir film yoktur sanırım. Aynalar başka dünyalara açılan kapılardır ve zihin kontrolü- nün bir göstergesidir. Bu sebeple kendimizi sürek- li Alice’i aynalarda yansımasını izlerken buluyoruz. Çünkü Alice zihni kontrol altında bulunan bir ka- dın, tıpkı şehirde yaşayan diğer insanlar gibi… Kub- rick’in filmin zamanı olarak yılbaşını seçmesi de bu sebeptendir. Her mekana gökkuşağının renklerini bu sayede iliştirebilmiştir Kubrick. Bill’in ofisindeki, evlerindeki, gittikleri partideki yılbaşı ağaçları- nı gökkuşağının renkleriyle ışıldaması bu zihin kontrolünü yansıtabilmek amacıyladır. Hatta Bill’in kostümünü aldığı dükkanın adı bile “Ra- inbow”dur. Alice ismi bile Alice Harikalar Diya- rında’ya yapılan bir göndermedir aynı zamanda. Alice aynanın arkasında sakladığı uyuşturucuyla kendini uyuşturmakta ve bir nevi harikalar diya- rına geçiş yapmaktadır. Karakterimiz de kitaptaki Alice gibi hayatından sıkıl- mış ve aynanın arkasındaki diğer dünyaya varmaya meyilli. Sık sık rüyalar görüyor ve bu rüyaların ger- çekten yaşanıp yaşanmadığını kafasında tartamıyor. Kendi hayal dünyasında yaşıyor gibi. Hatta Bill ile Alice sevişirlerken bile Alice aynaya bakmakta. Ken- dine dışarıdan bakıyor. ROZERİN DENİZ GÜLMEZ 13
  6. mavi dalga kültür 35 Eski arkadaşı Nick, Bill’e kendisinin gözü

    bağ- lı bir biçimde piyano çaldığı oldukça sıradı- şı olayların döndüğü bir partiden bahsediyor. Parolasının “Fidelio” “Fidelio” olduğunu söylüyor, adre- sini veriyor, kostüm ve maskeyle gidileceğini söylüyor fakat kesinlikle gelmemesi gerektiği- ni söylüyor. Bill kostüm almak üzere “Rainbow” mağazasını yolunu tutuyor, kostümünü alıyor ve partiye varıyor. Partideki insanlar artık zihinleri kontrol edilen insanlar değil zihin kontrol eden insanlar. Bu partide gökkuşağından eser yok, hatta par- tiden sonraki mekanlarda da çünkü Bill artık uyanışa geçmekte. Bill partiye vardığı an, adeta tüm filmdeki en etkileyici sahne yaşanmaya başlıyor. Arkadaki tersten çalan ayin müziği eşliğinde yüzü mas- keli kadınlar yavaşça soyunuyor ve birbirlerini maske üzerinden öpmeye başlıyorlar. Bu ayi- ni izleyen siyah pelerinli yüzü maskeli insanlar izleyiciyi gerçekten şaşırtıyor. Bill partiyi gez- dikçe bu partideki sapkın davranışları gözlem- liyor. Bu sırada “gizemli kadınlardan” biri, onu gitmesi konusunda uyarıyor fakat geç kalıyor. Çünkü Bill’in oraya ait olmadığı anlaşılmış olu- yor. Bill’in maskesini çıkarması ve kim olduğu- nu söylemesini istiyorlar ve cezasını verecekle- rini söylüyorlar. Tam o sırada ortaya çıkan aynı gizemli kadın kendini feda ediyor ve cezayı üstleniyor. Bill’e gözlerinin üzerinde olduğunu söylüyorlar. Son olarak kapının filmde çok güzel bir biçim- de kullandığı sahneye gelmek istiyorum. Bu ayinden sonra Bill eve geldiğinde uzun uzun kapının önünde duruyor, burada farkına var- mamız gereken bir şey var. Kapıdan ayrılıp ko- ridora ilerlediğinde Bill’in ceketinin üzerinde göz beliriyor. Her şeyi gören göz… Filmin adı Gözler Tamamen Kapalı. Belki de önümüzdeki seçilmiş olan tüm kapılar açıktır ama gözlerimiz kapalıdır. Gözlerimizi açacağı- Gözlerimizi açacağı- mız yer gökkuşağının bittiği yerdir belki de... mız yer gökkuşağının bittiği yerdir belki de... Fotoğraf: Muzaffer Kal / Pinterest Fotoğraf: Muzaffer Kal / Pinterest https:/ /pin.it/3WMxZPh https:/ /pin.it/3WMxZPh 14
  7. Bir eseri neden üretirsin? Vivian Maier için bu cümleyi bence

    şu şekilde kurmalıyız: “ “Bir eseri sadece üretirsin Bir eseri sadece üretirsin.” .” John Maloof adında bir genç 2000’li yıllarda açık artırmadan içinde fotoğraf negatif- leri olan bir kutu satın alıyor. Kutunun içindeki birkaç fotoğrafı tab ettikten sonra öyle etkileniyor ki kolideki bütün filmleri yıkıyor ve bunları başka insanların da görebilmesi için fotoğrafl arı internet üzerinden paylaşıyor. Beklediğinden çok daha fazla beğeni gelince bu fotoğrafl arı çeken insanı merak ediyor ve fotoğrafl arın arkasındaki ismi (Vivian Maier) internette arattığında karşısına hiçbir şey çıkmıyor. Bu kadar beğenilen fotoğrafl arı çeken biri internette aratıldığın- da hakkında hiçbir şey çıkmaması ona çok garip geliyor ve araştırmaya başlıyor. Bu araştırmalarının da yer aldığı herkesin izlemesini tavsiye ettiğim “Finding Vivian Maier” adında biyografik bir belgesel çekiyor. Vivian Maier; 1950’lerden 1990’lara dek Chicago’da yaşayan ve geçimini dadılık ya- parak sağlayan bir hanımefendi. Onu şu an tanımamızı sağlayan özelliği ise fotoğraf çekmek için dünyaya gelmişçesine yaşaması. Hayatının neredeyse her anında gayesi fotoğraf çekmek olan birinden bahsediyoruz. Ancak çektiği fotoğrafl arı bırakın başka- sına göstermeyi kendisi bile bakmamış. mavi dalga kültür 15
  8. Vivian Maier’in eser üretiminin yorumunu “Bir eseri sadece üretirsin.” diye

    yapmıştım. -Zaten bakmaya kalksa kim bilir kaç yıl sürer, çünkü şu an bilinen binlerce fotoğraf negatifi var kendisi- nin-. Fotoğraf çekmeye kendini ne kadar adadı- ğını birkaç örnekle anlatmak gerekirse: Bir gün Vivian Maier baktığı çocuklardan biriyle dolaşır- ken çocuğa araba çarpıyor. Vivian Maier ise gi- dip sadece kazanın olduğu yeri ve çocuğun acı halde yerde kıvranışını fotoğraflıyor. Kazaya mü- dahale etmeyip çocuğa yardımcı olmaması se- bebiyle kovulacağını bildiği halde bunu yapıyor ve tabii ki kovuluyor. Bir dönem ailesinden bir miras kalıyor. Bu mi- rasın her kuruşunu dünyayı gezmek ve oraları fotoğraflamak için harcıyor ve bence işin gi- zemli kısmı çektiği bu fotoğrafları, hatta onun için önemli olan her şeyi istiflemesi ve kimseyi bunların yanına yaklaştırmaması. Bir dönem çektiği birkaç fotoğrafı annesinin memleke- tindeki bir fotoğrafçıya kartpostallara basması için göndermesi dışında fotoğraflarını kim- seyle paylaşmamış. Açıkçası, yenilen yemeğin bile sosyal medya üzerinden paylaşıldığı bir dönemde yaşayan birisi olarak buna anlam veremedim. Vivien Maire’in sadece üretmesini sağlayan motivasyonu neydi? Neden kendisinin bile sonucunu göremediği şeyleri üretmek istedi? Bu fotoğrafları neden çekti? Bu sorular Vivien Maier’i tanıdığımdan beri aklımdan çıkmıyor. Benim anlatmak istedikle- rimin -eğer başarabildiysem- çok daha geniş ve gizemli bir hikayesi olduğunu vurgulamak isterim. Yaşam hikayesini ve fotoğraflarını bu kısa yazımı okuyan herkesin incelemesi beni çok mutlu eder. mavi dalga kültür 16
  9. mavi dalga kültür 35 İLK TÜRKÜ: ECE TEKŞEN ECE TEKŞEN

    Yıllarca dilden düşmeyen şarkıların ya- ratıcısı Yeni Türkü, beslendiği kaynak- larla güçlenerek büyümüş ve geldiği noktada gürül gürül akan bir nehir ol- muştur. Öyle bir nehir ki aynı nehirden kana kana içtiğiniz su asla bir sonrakiy- le aynı lezzeti vermeyecektir. Bana Yeni Türkü müziği en çok umut hissettirir. Türküleri “Açılıyor hep yürekler deniz- lere” dediğinde masmavi bir gökyüzü aydınlanır içimde ve dünyayı güzelli- ğin kurtaracağına inanırım. Birçok şar- kılarında işlenen ana temadır çünkü “umut”. Öyle ya, Cansever’in kalemin- den seslenir ve derler ki “Nedensiz bir çocuk ağlaması bile çok sonraki bir gü- lüşün başlangıcıdır”. Yeni Türkü’den yolu geçmiş olanlar; Türk ve Dünya şiirlerin- den, tarihin seyrinden yudum yudum “ “Y Ya az za ar r e el li im m u up pu uz zu un n b bi ir r ş şi ii ir r S Sö öy yl le er r d di il li im m i iç çl li i b bi ir r t tü ür rk kü ü K Ka al lı ır rs sa a b bi ir r s so or ru u k ka al lı ır r b be en nd de en n G Gö ök kt te e y yı ıl ld dı ız zd dı ır r o o, , t to op pr ra ak kt ta a g gö öm mü ü” ” “ “Y Ya az za ar r e el li im m u up pu uz zu un n b bi ir r ş şi ii ir r S Sö öy yl le er r d di il li im m i iç çl li i b bi ir r t tü ür rk kü ü K Ka al lı ır rs sa a b bi ir r s so or ru u k ka al lı ır r b be en nd de en n G Gö ök kt te e y yı ıl ld dı ız zd dı ır r o o, , t to op pr ra ak kt ta a g gö öm mü ü” ” ECE TEKŞEN ECE TEKŞEN içmiş; yeryüzünde bir insan ne acı çe- kerse, yüreğinde hangi umut yeşerirse hissetmiştir. Öyle ki; Türk müziğine, sa- natına derin iz bırakmış ve bırakmakta olan Yeni Türkü’yü kuruluşunun 40. yı- lında anlamayı ve anlatmayı insanın yü- reğine serpilen tüm şarkılara borç bili- rim. m 17
  10. mavi dalga kültür 35 Yeni Türkü’nün yepyeni ve eşsiz bir

    mü- zik yaratmasına tanıklık edeceğimiz yol- culuk bundan yaklaşık 50 yıl öncesine götürüyor bizi. Derya Köroğlu ve Selim Atakan Ankara Fen Lisesinde, ülkede enstrüman bulmanın çalmaktan daha zor olduğu günlerde, bir lise müzik gru- bu kuruyor. Ve bu grup; önce bir çocuk- luk, sonra gençlik, sonraysa zamanları aşan bir müzik macerasına dönüşüyor. Grubun güncel vokalisti olan kıvırcık, uzun, beyaz saçlarıyla yerinde durama- yan, enerjisini bugün yediden yetmi- şe binlercesinin diline dolanan şarkılara veren Derya Köroğlu, o dönemde gru- bun bateristi görevinde; Selim Atakan ise aralarında nispeten daha teknik bil- giye sahip ve grubun genelinde etkisi hakim bir konumda. Besteler Selim Ata- kan’dan sözler ise Can Yücel, Nazım Hik- met, Murathan Mungan, Edip Cansever, Lale Müldür, Pablo Neruda, Yaşar Miraç, Orhan Veli, Yılmaz Erdoğan ve daha ni- cesinden oluştuğundan Yeni Türkü şar- kıları edebi bir antoloji niteliğinde dahi sayılabilir. Dolayısıyla dinleyene estetik ve müzik hazzının yanında edebi bir şö- len de verir . B BA AŞ ŞK KA A T TÜ ÜR RL LÜ Ü B Bİ İR R Ş ŞE EY Y B BE EN Nİ İM M İ İS ST TE ED Dİ İĞ Ğİ İM M “Vira vira, demir aldı dünya Açılmış hayalleri rüzgarlara Vira vira, dalgalandı dünya Terk edip halatları limanlarda” Grup, üniversite yıllarında Ankara’da ye- şermeye ve çiçekler açmaya devam etmiştir. Hatta adı tam da bu yıllarda oluşmuştur. Şair ve yazar Yaşar Miraç’ın çıkardığı bir gazeteden alır adını: Yeni Türkü. Yaşar Miraç, gazete devam etme- se de notalarda adının yaşamasını he- yecanla takip etmiştir grubun stüdyo- ya çevirdiği evlerinde. Esasen ev, Selim Atakan ve eşi Zerrin Yaşar’ın evidir. Zerrin Yaşar üniversite yıllarında gruba katıl- mış ve grubun vokalisti olmuştur. Tıp fa- kültesinde okumakta olan Selim-Zerrin çifti ve ODTÜ’de okuyan Derya, 1979’da ilk albümlerini çıkarmıştır: Buğdayın Tür- küsü. O yıllar beraberinde acılı şenlikli günler getirmiş ve evlerinden kalabalık eksik olmamıştır. Bazı zamanlar üye sa- yıları onun üzerine çıkmış gruptan daha nice onlarcasının yolu geçmiş; bir sesi, bir müziği Ankara rüzgarına takılı kal- mıştır. Öyle ya, silinmeyecek izlerdendir müzik. Kim bilir o evin duvarlarında ne melodiler ne kahkahalar ne korkular ne hevesler asılı kalmıştır? Gençlik, damar- larından heves ve sevinç akan yıllar on- ları beslemiş; dolu dolu şarkılara birlikte imza atmışlardır. İlk albümlerini amatör denilebilecek koşullarda hazırlamış, ardı sıra gelen konserlerle yavaş yavaş zihin- lere kazınmaya başlamışlardır. 1981 yılında Zerrin Yaşar’ın İngiltere’den burs almasıyla çift İngiltere’ye taşınmış ve Seli ölüm Atakan’ın Türkiye’ye geldiği zamanlar haricinde Yeni Türkü pasifleş- miştir. Daha sonra bir dönem grup vo- kalsiz kalmış ve film müzikleri, besteler üretmiştir. 18
  11. mavi dalga kültür 35 “ “H Ha ay ya at

    t y ye en ni il le er r b bi iz zl le er ri i G Ge eç çs se e d de e y yo ol lu um mu uz z b bo oz zk kı ır rl la ar rd da an n D De en ni iz zl le er re e ç çı ık ka ar r s so ok ka ak kl la ar r” ” 1983 yılında Akdeniz Akdeniz albü- müyle çıkış yapan grup; şair Murathan Mungan’la yıllar boyu sürecek, öyle ki 2020 yılında dahi yeni bir Murathan Mungan & Yeni Türkü şarkısı çıkmıştır, bir ortaklığa girmiştir. Çember, İstersen Hiç Başlamasın, Dönmek, Maskeli Balo, Fırtına, Göç Yolları, Aşk Yeniden, Tel- li Telli, Olmasa Mektubun gibi müthiş şarkılar bu dönemden itibaren Murat- han Mungan sözleri ve Derya Köroğlu besteleriyle dinleyenlere ulaşmaya baş- lamıştır. “Gönlü bu- lutlu olanlar, Tanrı’m esir- geme onlar- dan ümi- di” Derya Köroğlu’nun ODTÜ mimarlık fakül- tesinden tanıştığı Me- ral Özbek’le evliliği de grubun en bilinen şar- kılarına ortam hazır- lamıştır. Mimar ve şair Meral Özbek; Açelya, Yeşilmişik, Haydi Gel, Resim, Rüzgar, Güne- bakan, Karanfil gibi pek çok şarkının yüre- ğe dokunan büyülü sözlerini yazmış- tır. “Öyle suskun, mahzun, yılgın, yalnız durma!” diye seslenir Haydi Gel’de ve davet eder: “Haydi el ele, dalga dalga…” Zerrin-Selim Atakan çiftinin boşanma- sı ve daha sonraki yıllarda gruptan ay- rılmasıyla grubu geçmişten, ta en ba- şından bugüne taşıyan tek üyesi Derya Köroğlu kalmıştır. Ama çizgisinden çık- mayarak yaratmaya ve bu gürül gürül akan kaynakla binlercesinin susuzluğu- nu dindirmeye devam etmiştir. Rum ez- gilerinden Çerkez türkülerine varıncaya dek birçok kültürü harmanlayarak ger- çek bir Anadolu müziği yaratan Yeni Tür- kü, edebiyattan kıymetli pek çok parçayı da bünyesinde bir araya getirmiştir. Or- taya öyle bir harman, öyle bir şölen çık- mıştır ki Yeni Türkü artık şahıs isimle- rinin ötesinde bambaşka bir oluşum haline gelmiştir. 40 yıl boyunca ak- tif kalmış ve ne sahnelerden ne de yeni bestelerden mahrum bırak- mıştır dinleyicisini. Öyle ki halihazır- da konserlerinde üç kuşağa hitap edebilir niteliktedir ve Yeni Türkü’yü hiç tanımayanlar bile müziğinden mutlaka, belki farkında bile olma- dan, tatmıştır. Kim bilir belki Ma- mak’a sonbahar gelişi takılmıştır bir defa dillerine yahut hayatın Mas- keli Balo’su ya da Yağmurun El- leri… Çünkü onlar bize bir masal anlattılar içinde denizle balıklar, yağmurla kar, güneşle ay, şe- kerle bal olan; Aşk Yeniden’le içimizi kıpır kıpır eden, Desti- na’yla bam telimize basan. Ümit ederim ki bundan yıllar sonrasın- da da Yeni Türkü dillerde kalsın ve güne- bakan düşlerimiz yağmur sesiyle çoğal- sın. “ “Ş Şi im md di i v ve e s so on nr ra a n ne e z za am ma an n k ka ar r y ya ağ ğs sa a Y Yü üz zü üm m g gö ön nl lü üm m ç ço oc cu uk kl lu uğ ğu um m b bu uz z t tu ut ta ar r S Se ev vm me ek k b bi ir r h ha al lk kı ı s se ev vm me ek ks se e A Aş şk k o o z za am ma an n s se ev vm me ek kt ti ir r” ” 19
  12. Mutantan çığlıklar haber sitelerinde Bir bin olmuş, pire deve Herkes

    haklı, bilhassa en haksızı Fanusa hapsolmuş hayatlarımızda Karlar bile karşı, yeryüzüne düşmeye Aynı terane binlerce yıldır dillerde Orhun Yazıtlarından Kutadgu Bilig’e Sorula gelmiş: Bu gidiş nereye? El cevap: Adım adım kıyamete Asırlardır tekrarlanan kehanet! Eski gençlerden zamaneye büyük medet! Kıyameti çağıranın nefsinde umut yok Filhakika mühim değil asırlar ve sıfatlar! Esas mesele insanlar! İnsanlar ve hapishaneler, Yek diğerini hapseden nedenler Merhametsizlik… Katletmek tebessümleri Ve aşağılamak acıları Yetkilendirmek kendi kendini Kısmak kesenin ağzını Bilmeden Rabbinin şartlarını Şehitten esirgemek şerbetini HEKİM DOĞRU SÖZÜ SÖYLEYENDİR Zehra Nur Kılıç mavi dalga kültür 27
  13. mavi dalga kültür Yaşayan ölüler arasında Hiç yaşamadan ölmüşler Sokaklarda

    dolaşan kelimeler Saçlarımın arasında küçük adamlar Umutsuzluk maskeleri dağıtıyor, Geleceğin esas katilleri İnsandan üstünmüş gibi hayvan şefkati Zan ve sihirbaz kutusu Tavşanı gizleyen ayna Dolu kutuyu boş gösterme büyüsü Düzenbazın ışıklı gösterisi Nazar-ı dikkati yönlendirmek tüm işi! Düzenbazlara rağmen merhamet hayatta 28
  14. Andrei Tarkovsky, eşsiz ve kendine has sinema anlatımı ile genellikle

    ana akım izleyici kitlesine çok hitap etmese de çoğu sinefil ve yönetmen tarafından çokça takdir gören bir isim. Genellik- le “poetik sinema” olarak kabul edilen tarzda filmler çeken Tarkovsky, bu anla- tımı izleyiciyi kendisine hayran bırakan sinematografisiyle ve müzikleriyle zen- ginleştirmekte ve izleyicilerine eşsiz bir deneyim sunmakta. Filmlerinin sinematografisinin ve ayrı- ca müziklerinin iyi olmasında küçükken Rusya Federasyonu Devlet Gerasimov Sinematografi Enstitüsünde saygın yönetmen Mikhail Romm’un öğrencisi olması ve bu öğrencilik yılları öncesinde müzik eğitimi alması sebep olarak gösterilebilir. Stalker, Tarkovsky’nin ve sinemasının bütün bu güzel özelliklerinin adeta harmanlandığı bir başyapıt. Bu konu çokça tartışmaya açık olsa da genel olarak Tarkovsky’nin en iyi filmi olarak kabul edilebilecek bu film, Tarkovsky filmografisinin son zamanlarında -1979 yılında- çekil- miştir ve 7 filmlik filmografinin 5. filmidir. 35 STALKER SELİM RECAİ mavi dalga kültür 29
  15. Filmdeki ana karakterlerin ismi veya hikayesi yoktur, sadece meslekleri ön

    plana çıkar. Bana kalırsa bunun sebebi, karakterlerin mesleklerini ön plana çıkararak aslında bir insanda bu- lunan temel değerleri simgelemektir. Bu değerler iz sürücü için inanç, yazar için sanat ve bilim insanı için akıl olarak simgelenebilir. Bölge ve en derindeki dilekler, ana karakterler yani bu temel değerler üzerinden incele- nir. Bu da “Eğer en derindeki dileğinizi gerçekleştirme fırsatınız olsaydı bu ne olurdu ve bunu gerçekten ister miydiniz?” sorusunun farklı bakış açılarıyla ve temellerle ele alınması- nı sağlar. Aynı zamanda meslekler üzerinden oluşturulan bu temellendirme, bu temellerin farklılığı ve kendi içinde çatışmaları; film boyunca görülen diyaloglarda, yaşanılan olaylar- da ve bu olaylara verilen tepkilerde tekrar tekrar ortaya çıkar. Bu sebeple Stalker’ın çokça okumaya değer, farklı yoruma açık, felsefi yoğunluğu ağır, roman tadında bir film olduğu söylenebilir. Filmin bir diğer harika kısmının ise sinematografisi olduğunu düşünüyorum. Stalker, at- mosferiyle hala aklımda kalabilen ve izlerseniz sizin de uzun süre aklınızdan çıkmayaca- ğını düşündüğüm bir film. Stalker bu özelliğini çoğunlukla sinematografisine borçlu. Film, Bölge’nin dışında kalan bir kasabada başlıyor ve bu sahneler sarı/siyah-beyaz olarak çe- kilmiş. Bu renk kullanımı kasabayı o kadar depresif ve rahatsız edici kılıyor ki karakterler Bölge’ye yani kurtarılmışlığa ulaşmaya çalışırken onlar gibi siz de bir an önce kasabadan kurtulmak ve Bölge’ye ulaşmak istiyorsunuz. Daha sonra ani bir “kes” geliyor ve Bölge’ye ulaşıyorsunuz. Tam o sırada sarı/siyah-beyaz renk paleti kayboluyor, normale dönüyor. Ka- rakterleri ve onlarla beraber sizi olabildiğince yeşil, doğal, renkli bir alan karşılıyor; kendinizi tamamen farklı, ütopik bir alanda buluyorsunuz. Sessiz, huzur verici… Tarkovsky bütün bu duyguları seyirciye sinematografisi yardımıyla oluşturduğu atmosferi sayesinde bu kadar kusursuz verebiliyor. Lars von Trier’den Nuri Bilge Ceylan’a kadar çoğu yönetmeni etkileyen, hem çekiliş hikaye- siyle hem de benliğiyle adından sinema var oldukça söz ettirmeye devam edecek olan ve çoğu “dünyanın en iyi filmleri” listelerinde kendine üst basamaklarda yer bulan bu poetik filmi her sinemaseverin en az bir kere izlemesini ve mümkün olursa üzerine okuma yapma- sını şiddetle tavsiye ediyorum. mavi dalga kültür 31
  16. mavi dalga kültür 35 mavi dalga kültür Michelangelo Merisi Da

    Caravaggio; dâhi bir ressam, kibirli bir katil. Barok dönemi resmin öncülerinden Caravag- gio, döneminin kurallarını özel hayatın- da şiddetle; resimlerinde ise kullandığı ışık ve gölge oyunlarıyla yarattığı kom- pozisyonlarla yıkar. Caravaggio, 1571 yılında Milano’da do- ğar. Çok erken yaşta babası dâhil aile- sinin büyük bir kısmını kara vebadan dolayı kaybeder. Küçük yaşta yaşanı- lan bu kayıpların sanatındaki karanlığın nedenlerinden biri olduğu söylenir. An- nesinin de desteğiyle resimle ilgilen- meye başlayan Caravaggio, bilinme- yen bir nedenle Roma’ya gider. Roma, o zamanlarda din adamları ve katedral tarafından yönetiliyor; sanat dâhil her şeye yön veriyordu. Tanrıların, azizlerin, mitolo- jik olay ve karakterlerin zarafet ve ihtişam içinde gösterildiği bir zaman. Caravaggio ise bu zamanda kendi karanlığı ile kendi “ideal” tanrılarını yaratır. Roma’daki ilk yıllarında resim yeteneği- ni ilerlettiği kadar sokaklardaki namını da ilerletir Caravaggio. Sloganları “ümitsiz ve korkusuz” olan Bravi adında bir çete- de bulunduğu biliniyor. Sokaklarda boy gösterip kiliseye karşı gelen eylemlerde bulunur, kavga ederlerdi. Caravaggio bu zamanlarda küçük suçlardan dolayı hapis- haneye girer. Sokak hayatına de yaptığı “Hilekârlar” tablosu ile olur. Aydınlanma Çağının Karanlık Dahisi Z Ze ey yn ne ep p Y Ya ar ra al lı ı 37
  17. mavi dalga kültür 35 mavi dalga kültür 38 Caravaggio’nun “Hilekârlar”

    tablo- sunda yüzü bize dönük kart tutan kişi; giyimi ve duruşu ile varlıklı old- uğunu söylüyor bize. Diğer iki kişi ise eserin adını koydurtan hilekâr- lar. Varlıklının yüzündeki rahatlık ve saflık, aldatılmak üzere olduğunu gösterirken karşısındaki kişide dik- katli ve gergin bir ruh hali görülür. Bu iki zıt ruh halinin hâkim olduğu tabloda, dikkatle bakıldığında ikisinin de aynı kişi olduğu anlaşılır. Tablo, saf bir kişinin kumar masasında en- inde sonunda hilekâra dönüşeceğini gösterir. Caravaggio, Kardinal Franc- esco Del Monte’nin ilgisini bu tabloy- la çekerek ressamın dehasını an- lamasını sağlar. Sanatçı, Kardinal’in sarayında ressam olarak işe başlar. Eskiz kullanmadan çalışan san- atçı, belli bir hedefle resim yapark- en resmin yarısında konusunu değiştirip eserin devamını farklı bir konu ile tamamlayabiliyordu. Gior- gione’den kompozisyon, Leonar- do’dan insan formunu modellemeyi öğrenmişti. Bazı resimlerde Michel- angelo Buonarroti’ye gönderme yaptığı görülür. Caravaggio eserl- erinde “an”ın dinamikliğini yansıt- madaki başarısını, bakan kişiyi eserin içine davet eden ışık ve gölge oyun- ları takip eder. “Emmaus’ta Yeme- k”e, “Aziz Peter’in Çarmıha Gerilişi”ne bakarken kendimizi mekânın ve olayın bir parçası gibi hissederiz.
  18. mavi dalga kültür 35 mavi dalga kültür 39 Roma’da ressamın

    ışık ve gölge kulla- nımındaki ustalığının yanında yarattı- ğı kompozisyonlar da dikkat çekiyor- du. Doğallığa ve gerçeğe önem veren ressam, kilisenin istediği mavi gök- lerde kutsallığı ile süzülen, bilgeliğiy- le ışık saçan azizleri; yerçekimine mey- dan okuyamayan, yaşlanmış gerçek azizlerle değiştiriyordu. Resimlerinde- ki arka planları; meyhaneleri, genelev- leri gözlemleyerek yapıyordu. Yaşamı- nı buralarda geçiriyordu daha doğrusu. Resimlerindeki en büyük eleştiriyi ise re- simlerindeki figüranları resmetmek için kullandığı modellerden alıyordu. Doğal- lığa verdiği önemden dolayı kutsal fi- gürleri; dağınık, solgun ve ‘normal’ çiz- mesinin yanı sıra modellerini soyluların ayaktakımı diye adlandırdıkları dilenci, hayat kadını gibi kişilerden seçiyordu. Kutsallığı küçük düşürmekle suçlanıyor- du. “Bakire’nin Ölümü”nde Meryem için bir hayat kadınını; “Lazarus’un Diri- lişi”nde Lazarus için ölü bir adamı me- zarından çıkarıp model diye kullandığı söylenir. Caravaggio resim kariyerinde otoriteyi yıkmaya devam ettiği kadar, sokakta da otoritenin varlığını kabul et- miyor; kılıç taşımak yasak olmasına rağ- men kılıçla dolaşıp kavga ediyor, küçük nedenlerden dolayı olaylar çıkarıyordu. Bir keresinde enginarı beğenmediğin- den garsonla kavga etmiş, sebep olarak ise sarayda resim yapan bir ressam ol- masına rağmen garsonun kendisine dü- şük seviyede bir insan gibi davranmasını göstermiştir. Sayısız kere tutuklanan Ca- ravaggio’nun özel hayatı ile olan bilgile- rin çoğunun kaynağı bu tutanaklardan gelir.
  19. mavi dalga kültür 35 mavi dalga kültür 40 Roma’daki son

    zamanlarında, kutsal sayılan formlarda yaptığı değişimlerin fazla göze batma- sıyla kiliseyi tamamen karşısına alması; sokaklardaki saldırganlı- ğının zapt edilemez bir seviyeye ulaşması Caravaggio’nun sonu- nu hızlandırır. Roma’daki sonunu getiren olay ise ikili bir kavgada Caravaggi- o’nun kendine hâkim olamayıp ünlü bir çete üyesi olan karşı ta- rafı öldürmesidir. Yargılanıp ölüm cezasına çarptırılmaktan korkan Caravaggio, ilk önce Napoli’ye oradan da Malta Adası’na kaçar. Roma’daki ressamlık şöhreti, ülkenin dört bir yanına olduğu gibi Napoli’ye de yayılır. Sanatçı orada büyük bir ilgiy- le karşılanır. Napoli’de yaptığı eserlerde son tablolarındaki artan şiddetin gitgide durgunlaştığı görülür. Belki içinde yaşa- dığı yeni halkın nabzını ölçüyordu, bel- ki de bir insan öldürmüş olmanın vicdan azabındaydı. Napoli’de 1 yıl kaldıktan, Caravaggio gibi resim yapmak (Carava- gisme) kalıbını oluşturduktan sonra Ro- ma’da affedilmek üzere bir plan yapar ve plan doğrultusunda Malta Adası’na gider. Malta Adası’nda Hristiyanlığı savun- ma amacında olan St. Jean Şövalyele- ri bulunuyordu. Caravaggio, şövalyelik unvanı alırsa Roma’daki Papa’nın onun özrünü kabul edeceğini düşünür. Şöval- yeliğin kan soyundan gelmesi gerekse de Romalıların sanata verdikleri önem sayesinde Caravaggio kendini şövalye ilan ettirmeyi başarır. Fakat bu soylu za- manları iki aydan fazla sürmez. Carava- ggio’nun hayatını oluşturan içki ve kav- ga, şövalyeler için yasaktır. Şövalyeler ile girdiği bir kavgadan dolayı hapishaneye atılıp unvanı elinden alınır. Nasıl yaptığı bilinmese de hapishaneden kaçıp Na- poli’ye geri döner.
  20. mavi dalga kültür 35 mavi dalga kültür 41 Napoli’de çok

    geçmeden ölümcül bir saldırıya uğrar. Öl- dürüldüğüne yönelik çıkan ha- berlerin aksine hayatta kalmayı başarmıştır fakat ne pahasına olursa olsun Roma’ya dönme- ye karar verir. Roma’ya giden gemiye binmeden önce Papa için son başyapıtını yapar: D Da av vu ut t v ve e G Go ol ly ya at t. . Kılıçta da bir cümle yazıyor: humilitas occidit superbiam. Alçak gönüllülük gururdan üstündür. Kılıçta da bir cümle yazıyor: HUMILITAS HUMILITAS OCCIDIT OCCIDIT SUPERBIAM. SUPERBIAM. Alçak gönüllülük gururdan üstündür. Herkesin kellesinin peşinde olduğunu bildiği bir zamanda Caravaggio, insan- lara zahmet vermeden istediklerini onla- ra verir bu resimde. Tevrat ve Eski Ahit’te geçen bir olayı ele alır. Genç, cesaretli Davut; karşısındaki korkunç dev Golyat’ı yenerek İsrailoğullarını kurtarır. Teme- linde hikâyesi bu olan tablo, Caravaggi- o’nun dokunuşları ile bir şahesere dönü- şür. Elinde Golyat’ın kesilmiş başını tutan Davut’un sureti, Caravaggio’nun gençli- ği; Golyat ise bu resim yapılırkenki Cara- vaggio’nun otoportresidir. Genç, saf ve masum Caravaggio; katil ve yaşlı Caravaggio’yu infaz ediyor. Tiksin- miş bakışlarla elindekine bakıyor. Bu bir ressamın eşi benzeri görülmemiş anlatı- mı. Vicdan muhasebesi yapılmış ve ceza vermiştir.
  21. mavi dalga kültür 35 Roma özlemi ve hiçbir yerin onun

    için artık güven vermemesi ile bu başyapıtını da alarak Roma’ya giden gemiye bin- er. Fakat ara limanların birinde bilinmey- en bir nedenle tutuklanır, eşyalarının da içinde bulunduğu gemiyi kaçırır. Gemi- ye yetişmeye çalışırken kiminin sıtma ki- minin de suikast dediği bir nedenden dolayı Roma’da affedildiğini öğrene- meden ölür. Karanlık bir yaşamın bera- berinde getirdiği karanlık, kaçınılmaz bir ölüm... Devrimci bir yaklaşıma sahip bu adama ya derin bir hayranlık beslersiniz ya da bu adamdan nefret edersiniz, fakat ona asla kayıtsız kalamazsınız. Kendi döne- minde bile kumar, içki, cinayet suçlarına rağmen eserleriyle el üstünde tutulan bir insan oldu. Otoriteye karşı açılan hayat savaşı genç yaşta ölümüne sebep olsa da eserleriyle günümüzün ölümsüzlerin- den olmayı başarmıştır. Young, Sick Bacchus, 1593 Young, Sick Bacchus, 1593 Incredulity of Saint Thomas,1602 Incredulity of Saint Thomas,1602 42
  22. mavi dalga kültür 35 Osman Hamdi Bey’in dünya- sına yolculuk:

    Kaplumbağa Terbiyecisi Tanzimat Tanzimat Dönemi’nin yetiştirdiği bir Osmanlı ay- dını… Resim, arkeoloji, müzecilik, sanat eğitimi gibi kültür-sanat yaşamının fark- lı alanlarında, bir ömre ancak sığdırıla- bilecek zenginlikte ve çeşitlilikte katkılar yapmış bir kişilik… Osman Hamdi Bey’in kendisi doğu kül- türüne sahip olan bir bilge ve derviştir. Batı kültürünün verdiği yaratıcı ve sanat- çı anlayış ise Osman Hamdi Bey’in kişili- ğinde farklı bir yer etmiştir. Bu iki kültü- rün bir araya gelmesi ile sanatın gelişimi adına attığı adımlar hem kendi hayatın- da hem de dünya sanat tarihinde bü- yük izler bırakmıştır. 1906 yılında Osman Hamdi Bey tarafından resmedilen “Kap- lumbağa Terbiyecisi” dünya çapında bir üne sahiptir ve birçok uzman tarafından yorumlanmıştır. Doğu kültüründen öge- leri içerisinde barındıran Kaplumbağa Terbiyecisi, insanların gelişimini, insanla- rın bu gelişimlerine katkıda bulunan sa- bırlı bilge kişilerin ve sanatın etkisini tas- vir etmektedir. Osman Hamdi Bey’in yaşamına Osman Hamdi Bey’in yaşamına ve kültür-sanat alanındaki faa- ve kültür-sanat alanındaki faa- liyetlerine genel bir bakış liyetlerine genel bir bakış 30 Aralık 1842’de dünyaya gelen Os- man Hamdi Bey ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı.Bu yıllarda yap- GÖZDE TAŞTEKİN 43
  23. mavi dalga kültür 35 tığı karakalem desenlerden resme olan ilgisinin

    bu sıralar başladığı anlaşılmak- tadır.1860 yılında hukuk ve resim alan- larında eğitim almak için Paris’e gön- derilen ilk dört öğrenciden biri oldu ve Paris’te eğitimini sürdürürken Gusta- ve Boulanger’nin resim derslerini takip etti. 1867 Paris Dünya Sergisi’nin komisy onunda görev alarak madalya kazan- dı.1868 yılı ortalarında İstanbul’a dönen Osman Hamdi Bey, 1878 yılına kadar çeşitli devlet memuriyetliklerinde görev yaptı ve bu tarihten sonra kendisini res- me adamak üzere görevinden istifa etti. Memuriyetlik yıllarında, 1871-72 yılların- da biri Türkçe diğeri Fransızca iki tiyatro oyunu yazdı. Bu oyunlar Osmanlı Tiyatrosu ve Fransız Tiyatrosunda ser- gilendi. 1881 yılında Müze-i Hümayun’un müdürlüğü- ne getirildi ve yeni bir müze gereksiniminin olduğunu gö- rüp Alexander Vallaury’ye bir proje hazırlattı. Bu müze de 1891 yılında hiz- mete girdi. Müze müdürlüğü yaparken Nemrut Dağı, Rodos, Tralles, Boğazköy, Alacahöyük gibi çeşitli arkeolojik kazıla- rı başlattı ve kazı çalışmalarının sonuç- larına dair çeşitli kitaplar hazırladı. 1882 yılında Paris Güzel Sanatlar Yüksekoku- lu’nu model alan Sanay-i Nefise Mek- tebi’nin müdürlüğüne getirildi. Bu okul- da resim, heykel ve mimarlık üzerine eğitimler veriliyordu. 1887’den ölümü- ne kadar Düyun-ı Umumiye İdare Mec- lisi’nde Osmanlı Devleti’nin temsilcisi olarak göre yaptı. Osman Hamdi Bey Elifba Kulübü’nün Tarabya’da düzenlediği sergilerde, Pe- ra’da gerçekleştirilen ve İstanbul Salon- ları olarak bilinen sergilerde eserler ver- miş; Paris, Londra ve Berlin’dekiler başta olmak üzere yurt dışındaki çeşitli sergi- lerde ve fuarlarda resimleri yer almıştır. Sanatçı yaşamı boyunca Légion d’Hon- neur, Mecidi ve Osmani nişanları, Avru- pa ve Amerika’daki üniversitelerden fah- ri doktoralık unvanları, pek çok madalya ve ödül ile onurlandırılmıştır. 24 Şubat 1910’da Osman Hamdi Bey’in vefatı bü- yük bir üzüntüyle karşılanmış ve çok sevdiği Eskihisar’da toprağa verilmiştir. Osman Hamdi Bey’in sanat an- layışı Kültür,sanat ve devlet adamı ola- rak tanımlanan Osman Hamdi Bey için resim sanatı yaşamı boyunca bir tutku olmuş- tur. Paris’te hukuk ve resim eğitimi alan Osman Ham- di Bey’in eserlerine oryan- talizm başta olmak üzere özellikle Paris sanat çevre- lerinde egemen olan beğeni ve eğilimler yansımıştır. Osman Hamdi Bey’in eserlerinde öne çıkan Or- yantalizm, Batı’nın, Doğu dünyasının yaşam biçimine, inançlarına, gelenek- lerine ve kültürüne ilgi duyması ile or- taya çıkan bir imgelem ve tasvir akımı- dır. Resimde Oryantalizm, XVIII. yüzyılda başlamıştır. Avrupalı Oryantalistlerin re- simlerinde Doğu, masalsı, gerçekte var olmayan bir diyar gibi ele alınmıştır. Os- man Hamdi Bey’in resimlerindeki Doğu dünyası ise gerçek doğunun bir yansı- masıdır. Osman Hamdi Bey’i diğer batı- lı oryantalistlerden ayıran diğer yönü ise Doğu’yu dışarıdan değil içeriden, bizzat bir doğu vatandaşı olarak gözlemleme- 44
  24. mavi dalga kültür 35 sidir. Onun resimlerinde kimi zaman oryantalist

    eserlerde anlatımın güç- lü bir ögesi olarak ortaya çıkan şiddet, erotizm gibi unsurlara yer verilmez. Osmanlı giysileri içindeki figürler do- ğulu bir mekanda, doğulu nesnelerle çevrelenmiş olarak gösterilir. Resim- lerindeki erkek figürleri için çoğu za- man farklı giysiler içinde poz verdiği kendi fotoğraflarından yararlanmış, kimi zamanda yakın çevresinden in- sanları model olarak kullanmıştır. Sa- natçının eserleri arasında,oryantalist sahnelerin yanısıra aile çevresinden kişilerin portreleri, Gebze ve Eskihi- sar’dan manzaralar da önemli yer tut- ar. Bir Derviş’in eğitme mücade- lesi: Kaplumbağa Terbiyecisi 1906’nın 1 Mayıs günü Paris’te açı- lan Salon sergisinde Fransızca adı “L’homme aux Tortues” (Kaplumba- ğalı Adam), sergiye ait katalogların birinde ise İngilizce adı “Tortoises” (Kaplumbağalar) olarak verilen resim, Osman Hamdi Bey’in şu anda Beyoğ- lu’ndaki Pera Müzesi’nde sergilen- mekte olan “Kaplumbağa Terbiyecisi” olarak tanınan eseridir. Resmin üze- rinde yer alan 1906 tarihi, Mayıs ayın- daki sergiye yetişebilmesi için yılın ilk aylarında tamamlanmış olması gerek- tiğini düşündürür. Sanatçı bir yıl son- ra, 1907 yılında, ayrıntılarda bazı fark- lılıklar içerse de aynı kompozisyonu yansıtan daha küçük boyutlu bir re- sim daha yapmıştır. Osman Hamdi Bey resmin yapılışın- dan otuz yedi yıl önce Bağdat’tan ba- basına yazdığı mektupta Tour de Mon- de dergisinin eline geçen sayısını zevkle okuduğunu belirtmiştir. Derginin ilgi- li sayısında, İsviçreli bir diplomatın ma- kalesinde genellikle Koreli olduğu be- lirtilen kaplumbağa terbiyecilerinden bahsedilmektedir. Terbiyecilerin kü- çük bir davulla çaldıkları ritim eşliğinde kaplumbağalara sıra halinde yürüme- yi, alçak bir masanın üstünde dizilme- yi öğrettiklerini anlatan metne bu etkin- liği betimleyen bir gravür de eşlik eder. Söz konusu makale ve gravürün Osman Hamdi Bey’e esin kaynağı olduğu yay- gın görüşlerdendir. 45
  25. mavi dalga kültür 35 Osman Hamdi’nin resimlediği sahne- de yerdeki

    yeşillikleri yemekte olan kap- lumbağaları düşünceli bir tavırla izley- en Doğulu giysiler içinde bir erkek figürü görülür. Erkek figürü elinde bir ney tut- makta, sırtında bir nakkare veya kudüm cinsinden bir vurmalı çalgı vardır ve bir pencerenin önünde durmaktadır. Me- kan olarak sanatçının resimlerinde sıkça karşımıza çıkan Bursa Yeşil Cami’nin üst kat odası kullanılmış, figür için de Os- man Hamdi Bey’in kendisi modellik yap- mıştır. Resimdeki kaplumbağalar insanı tem- sil etmektedir. Doğu dinlerinde ve Doğu mitolojilerinde kaplumbağa genellikle dünyanın ya da evrenin varoluşu ile il- işkilendirilir. Bir inanışa göre Dünya, bir kaplumbağanın sırtında oluşmuştur ve bu kaplumbağanın ayakları dört ele- menti temsil etmektedir. Dört elementin ortak noktasında yani kaplumbağanın sırtında ise Dünya yer almaktadır. Os- man Hamdi Bey’in kendini çizdiği es- erinde, kendisini turuncu renkli işlemeli bir elbiseyle resmetmiştir. Turuncu renk Güneşi, iyileştirmeyi ve yaşamı temsil eder. Bu renk aynı zamanda yaşlanar- ak ağaçtaki yaşamlarının sonuna gelen yaprakların rengi olarak da yorumlanır. Osman Hamdi Bey’in bu tablosu pek çok uzman tarafından geri kalmış bir toplumu eğitmeye çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yoruml- anmıştır. Osman Hamdi’nin belini hafifçe öne kırmasından ve başını öne eğme- sinden, olgunluğu, önündeki kaplum- bağalar ile ilgilendiği ancak yorgun old- uğu çıkarılabilir. Kaplumbağalar kolay öğrenen varlıklar değillerdir. Dolayısıyla kaplumbağaları eğitmek isteyen bir ki- şinin sabırlı olmaktan başka bir çaresi yoktur. Osman Hamdi Bey’in arkasında gördüğümüz neyin tasvir ettiklerinden birisi de sabırdır. Osman Hamdi Bey kaplumbağaları, yani kastetmek istediği haliyle insanları, eğitirken ney ve vurma- lı çalgı kullanmış; yine sanatın bir baş- ka alanı olan müzikten yararlanmıştır. Bu da yine Osman Hamdi Bey’in sana- ta olan ilgisini ve toplumun gelişimi için sanatın gerekliliğine duyduğu inancı ifa- de etmektedir. Sanatçının Kaplumbağa Terbiyecisi eserinin neyi ifade ettiği ile ilgili birçok uzman tarafından çeşitli de- ğerlendirmeler yapılmakla birlikte genel olarak hakim olan görüş bu şekildedir. 46
  26. mavi dalga kültür 35 Edebiyat ve Bulaşıcı Hastalıklar: Salgın Edebiyatı

    Zemininde İnsanlık, tarihinin başlangıcından bugü- ne birçok hastalıkla karşı karşıya kalmış ve pek çok yönden etkilenmiştir. Bu etkile- niş dönem dönem yazılan edebi metinlere de yansımış ve salgın edebiyatı da diyebi- leceğimiz bir kavram oluşmuştur. İşte bu yazıda sizlere salgın edebiyatından, geç- mişten günümüze geçirdiği aşamalardan ve bu edebiyatın sembolist bir tarzda ya- zılmış örneği olan Albert Camus’un Veba adlı romanından bahsedeceğim. İnsanların hastalıkla mücadelesi bilinen en eski metinlerden olan destanlarda ve An- tik Çağ metinlerinde kendine yer edinmiş- tir. Bilimin olmadığı o zamanlarda hasta- lıklar tanrının bir cezası olarak algılanmış ve tıbbın kurucusu olan Hipokrat zama- nında bile kendisi tarafından tanrıdan ge- len bir gazap olarak nitelendirilmiştir. En bilindik ve önemli olan antik çağ metinle- rinden İlyada’da ve Oedipus trajedisinde hastalıkların insanların yaşamları üzerine etkilerini ve insanlar tarafından algılanış bi- çimlerini görebiliriz. Antik Çağ sonrası ise dinlerin de ortaya çı- kışıyla tanrının gazabının ancak günah- kâr insanlara karşı olacağı ve bu nedenle hastalıklı kişilerin günahkâr kimseler oldu- ğu düşüncesi oluşmaya başlamış, böylece hasta kişiler toplum tarafından günahlar olarak damgalanmış ve dışlanmıştı. 14. yüzyıla gelindiğinde Avrupa tarihini her yönden etkileyen ve nüfusunun üçte biri- nin ölümüne neden olan, kara ölüm olarak da bilinen veba salgını belki de insanlık ta- rihinin en bilinen ve en çok kayba yol açan Miray Emran 47
  27. mavi dalga kültür 35 salgınlarından biri olmuştur. Avrupalıları her yönden

    etkileyen bu salgın, her şeyi olduğu gibi kendi döneminin ve ken- dinden sonraki dönemlerin birçok ede- bi metnini de etkilemiştir. Veba konulu birçok metin olsa da en çok bilineni hiç kuşkusuz Albert Camus’un Veba’sıdır. Gerçek veba salgınından yıllar sonra, 1947 yılında yazılmış olan bu romanda Camus Cezayir’in Oran şehrinde, tam tarih bilinmese de 1940’lı yıllarda ortaya çıkan veba salgınını ve bu salgının in- sanlar üzerinde yarattığı fiziksel ve duy- gusal değişimleri anlatmaktadır. Bu ro- manda veba salgını ölmeye başlayan fareler ile fark edilmeye başlamış fakat uzun bir süre insanlar tarafından umur- sanmamış, gitgide artan insan ölümle- ri sonucu şehir on bir aylık karantinaya alınmıştır. Uzun süren bu karantina bo- yunca insanların duyduğu korku, endi- şe ve panik gitgide artmıştır. Günümüz- de de koronavirüs karantinası boyunca insanların yaşadığı ve hissettikleri bu romanda anlatılanlardan çok farklı ol- masa gerek. Camus’un bu romanı olayların gerçek- çi bir biçimde anlatılmasıyla natüra- list, natüralist olduğu kadar da sembo- list bir romandır. Bu roman veba salgını nedeniyle karantina altına alınmış bir şehirde yaşanılanları anlatıyor olarak görünse de aslında romanın yazıldığı dönemlerde Nazi istilası altındaki Fran- sa’yı ve Fransızların değişen yaşamlarını sembolize etmektedir. Fransızların Al- man askerlerine Kara Veba deyişi bu ro- manın yazılışına ilham olmuş ve bu işgal Camus tarafından aniden başlayan ve hızla yayılan bir veba salgınına benze- tilmiştir. Tıpkı veba salgını gibi romanın geçtiği zaman ve mekân da Camus’un sembolizminden payını almıştır. Ceza- yir’in Oran şehri aslında 14.yy’daki veba salgınından etkilenmemiştir, Camus bu- rada Fransız sömürgesi altındaki Cezayir’i özellikle seçmiş ve sömürgeci Fransızla- rın Cezayirlilere karşı uyguladığı yayılma- cı işgale dikkat çekmeye çalışmıştır. Zira Camus, Alman işgali gibi dünyadaki tüm yayılmacı işgallere karşı çıkmış ve Fransız- lara karşı sömürge altında büyük işken- ce ve katliamlara maruz kalan Cezayirlileri desteklemiştir. Bu nedenle de bu roman yayınlandığı dönemde birçok Fransızın tepkisini çekmiştir. Cezayir’in mekân ola- rak seçilmesinde yazarın hayatının büyük bir bölümünün bu ülkede geçmiş olması da şüphesiz etkili olmuştur. Vebanın Fransa’nın işgalini sembolize et- mesi, sadece Alman askerlerine verilen addan gelmekte değil hiç kuşkusuz. Kita- bın her bölümünde Camus’un sembolleri devam etmekte. Örneğin salgın boyunca karantinaya alınan şehirde insanların ya- şadıkları, işgal boyunca Fransızların yaşa- dıklarına epey benzemekte. Bunlara bir- kaç örnek vermek istersek veba salgının ortaya çıkmasıyla kamuoyunda meyda- na gelen şaşkınlık ve onu takip eden pa- nik hali, yiyecek ve petrolün karneye bağ- lanması, elektriklerin sık sık kesilmesi ve şehirde trafiğin azalması, veba salgını- na karşı "Direniş" hareketi, veba kurban- larının açık mezarlara toplu gömülmele- ri, vebadan kurtuluş umudunun gittikçe artması ve bulunan etkili bir serumla ön- lenmesi sonucunda duyulan sevinç. İşte bu örneklerin hepsi Almanların Fransa’yı işgali sırasında halkın yaşadıklarını çağrış- tırmaktadır. Camus’un sembollerinden biri de yuka- rıdaki örneklerin içinde geçmekte olan vebaya karşı direniş hareketidir. Tıpkı iş- gal sonrası gibi, veba salgınının başlama- sı sonrası insanlar büyük korku ve paniğe 48
  28. mavi dalga kültür 35 kapılmış, önceleri bunu kabullenerek tan- rıdan

    gelen bir ceza olduğunu düşünmüş ve bu salgına boyun eğmişlerdir. Daha sonraları toplumda gitgide artmaya baş- layan ölümler, salgına/işgale karşı düşün- celeri değiştirmiş ve önce bireysel isyan- lar, daha sonraları toplumsal dayanışma ile bu işgale başkaldırı başlamıştır. Bu da Camus’un “Başkaldırıyorum, öyleyse varız” felsefi görüşünü destekler nitelikte. Felse- fi görüşünün de etkisiyle Camus veba sal- gınına karşı toplu başkaldırı ve direnme ile birlikte iyileştirici serumun bulunmasının bu salgının sona erdirecek şey olarak gör- müştür. Tıpkı bir salgın hastalıktan kurtul- mak gibi işgalin de bastırılmasını, hatta insanın varoluş sırrına ermesini bile silkinip başkaldırma yoluyla ulaşılabileceğini sa- vunmuştur. Şimdiye kadar veba romanından geçmişe yönelik sembolize ettiklerinden bahsettik. Peki ya günümüz koşulları ve yaşadığımız pandemi dönemi hakkında bu romanda neler bulabiliriz? Hiç kuşkusuz Camus bu romanı yazarken dünyanın böyle bir dö- nemden geçeceğini bilemezdi, fakat yaz- dıklarını yıllar sonra neredeyse yaşamakta olan okuyucuları kitaplarında kendi ha- yatlarını buluyorlar. İşte bu nedenle olmalı ki tüm dünyayı etkisine altına alan pande- mi sonrası bu kitabın satışları geçen yıla göre üç kat artmış durumda. Bilindiği gibi veba bulaşıcı olduğu kadar ölümcül bir hastalıktır. Romanda insan- lar veba ile ve dolayısıyla ölüm tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarında, tüm gündelik yaşamları bir anda değişmiş, ölüm yavaş yavaş tüm şehri ele geçirmeye başlarken kaçabilecekleri tek yer veba bulana dek kendi bedenleri olmuştur. Böylelikle ölüm tehdidi insanların ölüm karşısında ne ka- dar aciz ve çaresiz olduğunu göstermiş, şehrin sakinlerini de monoton bir yaşama ve kendi evlerine hapsetmiştir. Size de bu anlatılanlar bir yerlerden ta- nıdık geldi mi? Bugün dünyayı saran bir pandeminin gölgesinde, hepimiz bir ölüm tehdidi ile karşı karşıya kalmış ve bu nedenle değişen gündelik hayatla- rımıza uyum sağlamaya çalışmıyor mu- yuz? Umarım romanda toplumsal direniş ve bulunan serum ile yenilen veba salgını gibi içinde yaşadığımız bu salgını da hep birlikte mücadele ederek ve tüm insan- ların dört gözle beklediği aşının bulun- masıyla bizler de atlatabiliriz. Ve bizler de tıpkı romanın sonunda veba salgını bit- tiğinde insanların sevinç çığlıkları atarak kutladıkları gibi bu salgının bitişini kutla- yarak eski yaşam ve alışkanlıklarımıza geri dönebiliriz. Bir dahaki yazıda salgın edebiyatından yeni bir roman tahlilinde buluşmak üzere, sevgiyle ve sağlıcakla kalın. 49
  29. HAYATA DAİR İKİ KİTAP ERMİŞ-HALİL CİBRAN / BİR ÖMÜR NASIL

    YAŞANIR?-İLBER ORTAYLI Çağla Nur Kütükcü Kitaplar bize yaşamadığımız veya yaşayamayacağımız hayatları deneyimleme imkanı sunar. Anna Karenina’yı okurken güzel, sevilen ama mutsuz bir kadın; Uçurtma Avcısı’nı okurken işgalin trajedisi altında ezilen bir çocuk ve Siddharta’yı okurken hayatın anlamı- nı arayan bir gezgin olabiliriz. Peki kitaplar bize kendi hayatımızla ilgili ne yapacağımız hakkında yol gösterebilir mi? Tabii ki evet! Size rehberlik edebilecek iki kitabı tanıtmak istiyorum. Bir kitapçıya gittiğinizde -ya da günümüz şartlarında biraz daha güvenli olan alışveriş sitelerinde- bu iki kitabı farklı raf/ kategorilerde görürsünüz: Birini felsefe, birini kişisel gelişim bölümünde. Felsefe katego- rili kitabımız, yazarı Halil Cibran olan Ermiş (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 14. basımını alıntılıyor olacağım); kişisel gelişim kategorili olan kitabımız ise İlber Ortaylı ve Yenal Bil- gici’nin söyleşisinde oluşan Bir Ömür Nasıl Yaşanır? ( Kronik Kitap 5. baskı). Önce biraz yazarları ve kitapları tanıyarak başlayalım. Halil Cibran - Ermiş Halil Cibran(1883-1931), Lübnan asıllı yazar, şair ve res- sam. Küçük yaşta ailesiyle ABD’ye göçtü. Daha sonra tekrar Lübnan’a geri döndü ve Arapça seviyesini ilerletti. 1903’te ABD’ye geri dönüp deneme türünde yazılar yaz- maya başladı. 1908’de Paris’e resim bilgisini geliştirmek için gitti. 1912’den itibaren ise kendisini Arapça ve İngilizce deneme, öykü yazmaya ve resim yapmaya adadı. Yazılarında doğu ve batı kültürünün sentezini sezmek şaşırtıcı değildir fakat yakın doğulu bir yazar olarak işle- diği konuların evrenselliği ve dili iyi kullanması sayesin- de batı dünyasında büyük yankı uyandırmış bir isimdir. Ayrıca doğduğu ve yaşadığı toprakların üç büyük dinin doğup serpildiği yerler olduğunu unutmamak gerekir. Hristiyan olmasına karşın dini çeşitliliğin yüksek olduğu ülkesinde Arap birliğini savunmuştur. Yaşarken değeri kısmen görülmüş, örneğin şiirlerinin okunduğu şiir gece- leri düzenlenirmiş. mavi dalga kültür 71
  30. Yazarın en ünlü eserlerinden biri ise Ermiş. İlk kez 1923

    yılında basılmış. Kitap kısaca Ermiş’in 12 yıl yaşadığı şehirden ayrılırken, geride bıraktığı halkla arasında geçen ko- nuşmayı önümüze koyar. Kent halkı ona aşk, suç, ölüm gibi pek çok konuda sorular yöneltir ve Ermiş onlara insan yaşamı üzerine değerli öğütler verir. Sevdiğim birkaç kısımdan alıntı yapmak istiyorum. Bir çiftçi Ermiş’ten çalışmaktan söz etmesini ister ve Ermiş çalışmayı şu şekilde açıklar: “Yeryüzüne ve yeryüzünün ruhuna ayak uydurabilmek için çalışırsınız. … Çalışırken ney olursunuz, saatlerin fısıltısı müziğe dönüşür neyin yüreğinde. Tüm varlıklar uyum içinde bir ağızdan şarkı söyler- ken dilsiz ve sessiz bir kamış olmayı isteyen çıkar mı aranızda?’’ Sonrasında aşk ile çalışmanın tanımını yapıyor ve burası benim en sevdiğim kısım olabilir: “Giysinin kumaşını yüreğinizden çekilmiş iplikler ile dokumaktır, giysiyi sevgiliniz gi- yecekmişçesine. Evi muhabbetle inşa etmektir, içinde sevgiliniz oturacakmışçasına. Tohumları sevecenlikle ekmek ve hasadı sevinçle kaldırmaktır, meyveyi sevgiliniz yiyecekmişçesine. Yaptığınız her şeye kendi ruhunuzdan bir soluk katmak ve bütün kutlu ölülerin çevrenizde durup sizi izlediğini bilmektir.” İlber Ortaylı - Bir Ömür Nasıl Yaşanır? Gelelim diğer kitabımıza. Bu seferki yazarımız daha tanıdık bir sima ve şüphesiz ül- kemizin çok değerli tarihçilerinden biri. İlber Ortaylı; 1947 Avusturya doğumlu, Ankara Atatürk Lisesi mezunu. Kırım Tatarı bi ailenin çocuğu ve Türkiye’ye iki yaşındayken ailesiyle göç etti. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (1969) ile Ankara Üni- versitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Viyana Üniversitesin- de Slavistik ve Orientalistik okudu. Chicago Üniversitesinde yüksek lisans çalışmasını Prof. Dr. Halil İnalcık ile yaptı. Aynı üniversitede doktor ve doçent unvanlarını kazandı. Viyana, Cambridge, Kudüs, Oxford, Berlin ve Moskova Üniversitelerinde misafir öğ- retim üyeliği ile birlikte seminerler ve konferanslar verdi. 1989’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak göreve başladi. Ortaylı, 2005-2012 yılları arasında Topkapı Sarayı Müzesi Başkanlığı görevini sürdürdü. 2002- 2014 yılları arasında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Hukuk Tarihi dersleri veren Ortaylı, halen bu üniversitede misafir öğretim üyesi olarak ders vermeye devam etmekte. Almanca, İngilizce, Fransızca, Rusça ve Farsça dillerini bilmekte. Ayrıca Ortaylı, bilgisayar ve internet kullanmadığını, kendisine ait bir sosyal medya hesabının olmadığını da birçok kez söylemiş. Bunu öğrenince biraz sosyal medyayı dolaştım ve bir hesaba ulaştım. Hesap oldukça gerçekçiydi, bu kadar sahici bir sahte hesap olamaz diye düşündüm. Tabi biraz daha araştırınca o hesabın kızı ve asistanı tarafından yönetildiğini öğrendim. mavi dalga kültür 72
  31. 2004’ten beri ise televizyonda birçok tarih programında yer almış. Bir

    dergiye verdi- ği mülakatta ise kitaplığında 30.000 civarında kitabı olduğunu ve bunların 5.000’ini Galatasaray Üniversitesine bağışladığını söylemiş. Halil Cibran ile karşılaştırırsak İlber Ortaylı’nın bariz bir şekilde daha fazla akademik deneyimi var. Bunu İlber Ortaylı’nın eserlerinde fazlasıyla hissediyorsunuz. Bazen bir paragrafı tam olarak anlayabilmek için bir ülkenin kültürüne, tarihine hakim olma ih- tiyacı duyuyorsunuz. Kitaba gelirsek ilk basım tarihi Şubat 2019 ve Yenal Bilgici ile İlber Ortaylı arasında bir sohbet niteliğinde ilerliyor. Önsözde İlber Ortaylı kitabı şu şekilde sunuyor : ‘’... Bura- da muhtelif kompartmanlarda bulunduğumuz toplumun imkanlarını tartıştık ve neler yapacağımıza dair bazı imalarda bulunduk. Özellikle genç okuyucularımla böyle bir sohbeti gerekli gördüm. Yüzünüz her zaman yaşadıklarınızın aynasıdır. Olgun ve bilge bir çehre edinmeniz dileğiyle…’’. Aynı zamanda kitap “faber est suae quisque fortunae” diyerek başlıyor yani “Herkes kendi talihinin mimarıdır.”. Bu deyiş kitabın özünü çok güzel açıklıyor. İlber Ortaylı bu sohbette yaşam bilgisi ve görgüsü ışığında gençlere, öğrencilere, yaşlılara, emeklile- re; yani yaş, statü fark etmeksizin anlamlı ve verimli bi hayat arayan herkese tavsiyeler veriyor. Arkadaşlık, eğitim, meslek seçimi, seyahat, kültür, edebiyat gibi birçok konu üstüne konuşulan kitaba şimdi biraz daha yakından göz atalım. İnsan kendini kendini nasıl yetiştirir? Bu kısımda Ortaylı entelektüeli “üstüne vazife olmayan işlerle ilgilenen kişi” olarak tanımlamış. “Kendinizi geliştirmek, yetiştirmek istiyorsanız işinizle gücünüzle ilgili olmayan konu- larla da ilgileneceksiniz. Mühendis de olsanız örneğin, coğrafyayla tarihle uğraşacak- sınız, müzikten anlayacaksınız, dans edeceksiniz. Milletin hâlini dert edineceksiniz.” Bir liderin güvenilir ve yanılmaz olması gerektiğini belirtmiş ve Atatürk’ün bu beklen- tiye karşılık verdiğini, ayrıca bir entelektüel olduğunu söylemiş. İnsan Yaşadığı Şehirden Nasıl Yararlanır? Burada ise iyi bir şehri şöyle tanımlamış : “İyi şehir; iyi bir kütüp- hanede çalıştıktan sonra, iyi bir salonda, iyi bir tiyatro oyunu sey- redebildiğin ve temsilin ardından güzel bir kafeye gidip sohbet edebildiğin şehirdir.” . Ayrıca İstanbul’un nasıl gezilmesi gerek- tiğiyle ilgili çok değerli bilgiler vermiş. Viyana’da nerede yemek yenir, Moskova’da hangi kafede oturmalı, şehir hayatında nasıl giyinmeli gibi tavsiyelerde bulunmuş. mavi dalga kültür 73
  32. mavi dalga kültür Kitaplardan bahsederken yazarları da anlatmamın sebebi kitabı

    okurken bu tavsi- yeleri veren kişinin kendi bağlamı içinde değerlendirmenin önemli olduğunu düşün- düğüm için. Mesela İlber Ortaylı’yı okumak Halil Cibran’a göre daha zor gelebiliyor. Bunu yazarı biraz tanıyınca gayet anlaşılır bulabiliyoruz. İlber Ortaylı’nın diğer kitap- larında da aynı zorluğu yaşadığımı söyleyebilirim. Konular çok ilgi çekici ama bazen onun anlattıklarını anlayabilmek için daha fazla bilgi birikimine ihtiyacım olduğunu hissediyorum. İki kitapta da farklı konulara farklı bakış açılarıyla bakılmış. İki yazarın da kendi hayat deneyimleri farklı. Bu yüzden ikisi de farklı noktalara değinmişler, ikisinin de önce- likleri farklı olmuş. Yeni fikirlere açık olup farklı bakış açılarını öğrenmek hayatın her alanında güzeldir. Bu gibi kitaplar size kendi yolunuzu nasıl çizeceğinize dair sadece öneride bulunabilirler. Hangisini hayata geçireceğiniz ise sizin hayattan beklentiniz ile ilgili. 74
  33. 20 Bilim Mavi Dalga Artificial Intelligence Supported Flu Assistant Elif

    Başak Alço Upper respiratory tract in- fections are very com- mon, you have probably between 3 to 5 infections every year, some of which you just experience as a flu or a common cold. While 95% of those infections are caused by viruses, antibi- otics are widely prescribed and 50% of them are un- necessarily prescribed. According to the World Health Organization, an- tibiotic resistance is ex- pected to cause 10 million deaths per year by the year 2050. (1), (2) Antibiotic resistance is pri- marily caused by unneces- sary usage of antibiotics. Because when non-lethal doses of antibiotics are in- troduced to the micro- organisms often, the mi- croorganisms alter their genetic material to protect themselves from those an- tibiotics, i.e. they develop resistance to those drugs. This mechanism could be maintained by the genome of a particular microorganism or by the conjugation of the resist- ant genes between resistant and non-resistant microorganisms. One example of drug resistance is the Beta-lactamase producing bacte- ria which are very resistant to treat- ment with Beta-lactam antibiotics (such as penicillins). Turkey is one of the prominent countries for an- tibiotic resistance due to unneces- sary antibiotic usage. 82
  34. 20 www.fluai.com FluAI is an artificial intelligence supported mobile healthcare

    application, developed by Ye- sil Science. Its purpose is to pre- vent unnecessary prescription of antibiotics and the hospital ad- missions that may be caused by advanced bacterial infections caused by ineffective treatment with antibiotics of resistance.. For the analysis you need to take a picture of your throat (show- ing your tonsil), then grade your signs and symptoms; and just wait for artificial intelligence to process the data. The software is developed by Yesil Science and it is clinically validated. When you have your results, you can read the analyses about the type of the flu, whether you need to see a doctor or whether you will need to be taking antibiot- ics, i.e. which type of microorgan- isms could be causing the infec- tion if you have one. Following the first analysis the user can re- new their analysis and see their progress. FluAI also recommends herbal nutritions that were de- veloped by our medical team in collaboration with the Pharmacy and Pharmaceutical Association. Thus, users can make informed decisions with information from reliable sources and the software that was trained with over 5000 data. To access the application and learn more about it you can check the website. There is also up-to-date content in the website: If you would like to learn more about digital health, work with people who are as interested as you are and share with them you are en- couraged to join the Yesil Society. You can learn how at www.yesilscience.com and also other products by Yesil Science. Elif Başak Alço Marmara School of Medi- cine’2025 References: TÜSİAD A New Perspec- tive on Health: Mobile Health Report Pharmaceutical Aware- ness and Smart Medi- cine Association 83
  35. 20 A Display of ‘Puppet’ Children Elif Başak Alço Scientific

    research has shown its significance to human life ever since. But between all disciplines, medical research has been known to affect human life directly and on the spot, and therefore it continues with such acceleration. As one au- thor put it “It is estimated that the doubling time of medical knowledge in 1950 was 50 years; in 1980, 7 years; and in 2010, 3.5 years. In 2020 it is projected to be 0.2 years—just 73 days.”. (1) In 1965, Angelman presented ‘A Report on Three Cases’ which introduced three cases with similar mental retardation and physical development abnormality of congenital origin. Congenital origin refers to something being innate and devel- oping during intrauterine growth of a fetus, but not necessarily because of hereditary causes. He starts his report by acknowledging the lack of precise classification of such cases and starts describing the three cases. Even though I will not be listing all the symptoms of all three cases, here are what are found in common and these common symptoms are so listed in the mentioned paper: - Horizontal depression in the occipital region of the skull. Brachycephaly, meaning widening of the skull, associated with microcephaly. - Primary optic nerve atrophy in a varying degree (that often results in a level of visual loss), which is associated with the vascular layer’s incomplete development. - Abnormal air encephalograms. Encephalograms is short for electroencephalogram (EEG) and means an X-ray photograph of the brain just after some of the cerebrospinal fluid is re- placed with some oxygen or air. By doing so the ventricles of A Report on Three Cases by Harry Angelman in 1965. (1) 89
  36. 20 Bilim Mavi Dalga the brain show clearly. - Very

    frequent seizures.The EEG recording of the sei- zures resembles a very cha- otic and disorganized brain electrical activity called the ‘hypsarrhythmic state’ and this provides the proof of ‘a profound degree of mental retardation’.(1) - “Easily provoked and pro- longed paroxysms of laugh- ter.” (1) - Being able to protrude the tongue to an unusual de- gree. - Ataxia. Angelman later discusses that since the brain and the Harry Angelman identified Angelman syndrome for the first time and he was an English physician at Warrington General Hospi- tal While vacationing in Italy, he observed an oil painting called… A Boy with a Puppet by the renais- sance artist Giovanni Franc- esco Caroto at the Castelvec- chio museum in Verona. Reminded of the children, Dr. Angelman published a paper in 1965 that described what he called “puppet children”. Boy-with-a-puppet skull develop inter-relatedly and their development proceed si- multaneously, “it seems proba- ble that premature fusion of the sutures is just one facet of a gen- eralised embryological defect of the central nervous system.” (An- gelman, 1965). He also mentions that the pre- dominant factor that determines the intelligence level seems to not to be head size per se. Just like what psychiatry puts the in- telligence level being deter- mined by the epileptic attacks, Angelman discusses the intelli- gence level being determined by the frequent seizures. I would recommend you to actu- ally read the report because you can have more in depth informa- tion about the identification of symptoms. 90
  37. 20 A Display of ‘Puppet’ Children Elif Başak Alço Also

    here is something really interesting for those who have not yet understood what syndrome this case report was about: the Angelman Syndrome. It is really inspiring to read about a syn- drome by first hand. Angelman syndrome was first described by Angelman in 1965. His description provided the patients symptomatic and sup- portive treatment. Today — even though there are some clinical trials — there are still no curative medication or gene therapy available. Researchers still try to find the exact genes re- sponsible for the syndrome. Children with this syndrome work are cared for with a multidisciplinary team of healthcare professionals. This team focuses on implementing a treatment plan to manage the medical and developmental issues. This case report is open access. I hope that you will keep on reading more about it. Since this is a case report, you can also understand the thinking process behind Angelman’s identification of the syndrome. I hope you are as inspired as I am! Elif Başak Alço Marmara Tıp’25 References: (1) Angelman H. ‘Puppet’ Children’ A Report on Three Cases. Develop. Med. Child Neurol. 1965; 7: 681-688. (2) Densen P. Challenges and Opportunities Fa cing Medical Education. Trans Am Clin 91